30 Mayıs 2016 Pazartesi

AKILLI KEDİ

 

Küçükken kafamdaki Tanrı kavramı gökyüzünden bize bakan dev gibi, ak sakallı, şefkatli, tonton bir dedeydi. Bana kimse böyle birşey öğretmemişti ama 7 yaşındaki nöronlarım 'Bana anlatıldığı kadarıyla Tanri böyle bişey olmalı' demişti.

Gençken kafamdaki 'arkadaşlık' kavramı tüm zamanımı beraber geçirdiğim, sonsuza dek birarada olacağım, hayatımdaki herşeyi bilen insandı. 'Çünkü öyledir'den daha anlamlı bir açıklama getirecek hayat tecrübem yoktu. 

Yakın zaman öncesine kadar mutluluğun ulaşılması gereken stabil ruh hali olduğunu düşünüyordum. Kafamdaki soyut kavramları objektif olarak sorgulayabilecek ve değiştirmekten korkmayacak kadar büyümüş ve dinginleşmiştim. Mutluluğun anlardan ibaret olduğu bakış açısı bana mantıklı geldi. Ve bir gün bu fikrimin de gelişerek değişebileceğini kabullendim. 

Yeni zirve tırmanışlarında da güçlükler olacaktı elbet. Ama yetişkin bir dağcı aynı dandirik uçurumdan düşmemeyi öğrenmiş olmalıydı (Habire aynı metafor üzerinden örnek vermek gibi).

Alter egom da sahibime aitti ve onun yaramazlıklarını eğitebilmesi için her zaman gerçeği bilmeliydi. O'na herşeyi anlattım. Beni anladı; Zaten beni anladığı için sahibim olmuştu...Artık kafamdaki 'güven' kavramına da yeni bir anlam aramaya hazır olduğumu hisettim. 

29 Mayıs 2016 Pazar

ALTER EGOYLA GECE SOHBETi

 

E-Güvenmek mi istemiyorsun?'
G-Yoo... Çok istiyorum ama inanmıyorum dunya uzerinde guvenilir tek bir insan olduguna.
E-... basladin yine...
G-Hani ne biliyim; Ateistler hep der ya 'Aslında inanmak çok güzel. Huzurlu olur insan ölümden sonra bir adaletin olacağını düşünerek ya$arsa'
E- Ne alakası var ya?.. Çok fazla düşünüyorsun. Senin sorunun bu. Bazı şeyleri düşünmemeyi beceremiyorsun.
Matah bir $eymi$ gibi her şeyi düşünüyorsun.
G- Niye kötü olsun ki düşünmek?..
E- Elma iyi veya kötü değildir. Elma faydalıdır... Dusunme bazen faydalidir bazen de gereksizdir. Senin bazi dusuncelerin gereksiz.
G- Haklisin. Biliyorum.
E- Kendine soz vermistin. Ogrendiginde seni uzebilecek seylerden uzak duracaktin.
G- Biliyorum
E- Ustelik birseyi ogrendiginde edindigin basi kici belirsiz bilgi obegiyle senaryolar yaziyorsun.
G- Onu da biliyorum.
E- E o zaman niye yapiyorsun?
G- ...
E- Senin guvenme kavramini degistirmen gerek balim. Guvenme sana vaad edilenin yerine gelip gelmemesiyle ilgilidir. Ortada bir yalan yok.
G- Yalan olmaz her zaman zaten.
E- Sana soylenmeyen seyler bazen senin mutlulugun icindir. Bunu sen yazdin bikac gün önce.
G- Biliyorum.
E- HOoffff... Kendi kendini sabote ediyorsun diycem ama yine 'Biliyorum'' bik bik bik diye geveleyeceksin...Hadi yat uyu.
G- Sen git ben biraz daha takilayim.
E- N'apacaksin? Dusunecek misin yine?
G- Dusunmeden muzik dinlemeye calisacagim.
E- Power FM'i kapat o zaman bari. Hic o mod yok.
G- Jazz?
E- Jazz...

26 Mayıs 2016 Perşembe

DAĞCI


 
Robin Williams'ın 'The Final Cut' isimli bir filmi vardı. Alternatif bir gelecekte insanların hatıralarını kaydeden bir çip ölümlerinden sonra bir teknisyen tarafından incelenip montajlanarak önemli anların toplandığı kısa bir film haline getiriliyordu. Benim kısa filmimde efendimle geçirdiğimiz haftasonunun fon müziği Daft Punk 'Instant Crush' olurdu diye düşündüm sabah kahvemi yudumlarken; O'nun emrettiği gibi haftasonumu yazıya döküyordum. Boğazın sularında ilerlerken dizlerime ilk kez dokunuşunu, birbirimizi hep tanıyormuş gibi gülüşmemizi, hasretle öpüşmemizi, boynuna sokularak uykuya dalışımı bir kez daha izledim. Koşulları gözardı edecek imkanları yarattığında ne kadar mutlu olabiliyordu insan; çocuk gibi. 

Efendimle tanışmadan bir gece önce bir yazı okumuştum mutluluk üzerine. Mutluluğu dağcının tırmandığı bir zirveye benzetiyordu. Oraya ulaşmak için verilen çaba, başarı ve o zirvedeki manzaranın keyfidir diyordu mutluluk; orda sonsuza kadar kalmak değil. Efendim de bunu biliyor muydu emin değilim ama vardığımız bir dağ zirvesiydi buna eminim. Bütün gerçeklerimizden uzakta, sadece kendimiz olabilerek, vermeyi sevdiğimiz şeyleri korkusuzca paylaşarak... Evet bu mutluluktu. Manzaranın tadını çıkaran iki dağcıydık. Mutluluk sadece bizim algılarımızla ilgiliydi. Yürümeye devam edecektik; başka zirveler bulacaktık. Bir kitap okurken gülümseyip motorda dizlerimizin değişini hatırlayacaktık; radyoda instant crush çaldığında, nutella yediğimizde, saçma fıkralarımıza kimse bizim gibi gülmediğinde tekrar tekrar mutlu olacaktık çünkü bu artık bizim çiplerimizde kayıtlı bir mutluluktu- bizimdi.  Avuçlarımıza konmuş kuşun güzelliğini izleyip susacaktık; onu tutmaya çalışmak sadece onu öldürür, bunu biliyorduk.  

Efendime yarın tekrar koynunda uyuyacakmışım gibi el salladım motora koşarken. O da hep hayatında kalacakmışım gibi 'iyi geceler' dedi bana uyumadan önce. Birbirimizi seviyorduk ve hep sevecektik. Bunu bir kalıba sokmaya gerek duymuyorduk, bizi güzel yapan buydu.
Vedalaşmaya da gerek yoktu bu yüzden...