22 Ağustos 2016 Pazartesi

KIŞ

 

Hayvanlar sevişir, insanlar konuşur. Bir dağ zirvesindeki ağaçların gölgesinde seviştik, konuştuk, güldük, sarıldık ve uyuduk; sadece ikimiz. Yakında güz gelecek ve sonra kış. Artık burda kalmamalıyız; biliyorum. Benim elimi tutuyor, 'gitme' diyor. Gitmek istemiyorum ama kalırsak ağacın yaprakları sararıp dökülecek, sonra hava soğuyacak, biz üşüyüp birbirimize daha çok sarılacağız, sonra kar yağacak ve ben bize bunu yaptığım için kendime çok kızacağım; hırkamı çıkarıp O'nun omuzlarına saracağım. Yine de üşüyeceğiz. Çok üşüyeceğiz. Dağlarda çok zirveler, çok kışlar görmüş, parmakları soğuktan sızlamış, o acıyla çok ağlamış olan benim;  artık O'nu elinden tutup kaldırmalı şarkılar söyleyerek burdan uzaklaştırmalıyım. Bunu biliyorum. Yazdan sonra güz ve kış geldiğini bildiğim gibi biliyorum. Yine de gözlerimin içine bakıp 'Gitme; burda kalalım, seni seviyorum' diyor; gözlerinin içine bakıyorum ve O'nu çok seviyorum. Parmaklarım eski kışları hatırlayıp hafifçe sızlıyor ama ellerini bırakamıyorum. 'Tamam; koltuğa uzanıp sarılarak birkaç gün batımı daha izleyelim' diyorum. Sadece O'na sarılıp hiç kış gelmeyecekmiş gibi huzurla gün batımları izlemek istiyorum. 

25 Temmuz 2016 Pazartesi

BİR YAZ GECESİ

 
 

Hava kararmamıştı. İki arkadaşımla koyu bir sohbete dalmıştık. Hava hafifçe esiyordu. Arkadaşlarım 2 yıl önce evlenmişti. Hava huzurlu bir yaz akşamı kokuyordu. Arkadaşlarımdan birinin karnında 5 aylık bir bebek vardı.  Sanırım dördümüz de çok mutluduk. Telefonuma uzun süredir bakmamıştım. Sayfayı aşağı kaydırırken birsey gördüm. İçimde daha önceden tatmadığım bir duygu yavaşça aşağı doğru aktı. Tadı tatlı, mayhoş ve hüzünlüydü. Mutlu muyum üzgün müyüm bilemedim. Boşluğa bakakaldim. Biraz gozlerim doldu. Derin bir nefes alip sohbete geri döndüm ve okuduklarimi o an icin aklimdan cikardim. 

Arabaya binip muzigi actim. Guzel yaz gecesinin icinde ilerlemeye basladim. Cok fazla sey dusundum. Bazilarinda gözlerim yine doldu. Dusunduklerimi bir düzene soktum. 

Cok film izledim bugüne kadar. Cok etkilendiklerim de olmustur ama 'Selvi Boylum Al Yazmalim' benim icin her zaman bambaskadir. Arabam sevdiklerime dogru ilerlerken bunu dusundum. Sevginin emek oldugunu düsündüm. Keske bunu daha önce anlasaydim dedim içimden; keske herkes bunu anlasa. Arabamla yanina dogru  gittiklerimin, icimde her geçen gün büyüyen sevgisinin de tam olarak bu oldugunu düsündüm. 

Insanlarin birbirini görür görmez, ilk öpüstüklerinde veya ilk kez beraber sarilip uyuduklarinda da -ben onu ilk kez sarilip uyudugumuzda sevmistim- sevebileceklerini düsündüm. Bunu besleyip büyütebilir herkes. Bu sevgiyi  besleyip büyütmek insani korkutabilir de ve insan bu sevgiyi besleyip, büyütmemeyi, ilk seferdeki küçük, güvenli haliyle yetinmeyi de ogrenebilir. 

1 yil önce bugün yazdiklarimi düsündüm: 'Bu bostur ve dolmak ister, digeri agzina kadar doludur ve bosalmak ister. Ikisi de bu konuda yardimci olacak birey arayisina girerler ve en yüce anlamiyla bu süreç, her iki durumda ayni sözcükle ifade edilir: A$k'... Bizi 'biraz' dolmaya iten seyler yasadik; 'Biraz' dolarak yetinmeyi ve 'biraz' bosalarak mutlu olmaya calismayi ogrendik. Tekrar birine inanmak yerine küçük sevgimizin yeseren filizlerini itinayla budadik bu yüzden. Çogumuz böyle olduk. Oysa ki birkac dakika sonra kavusacaklarimin sevgisi arsiz bir yaban gülü gibi gittikçe bahçeme yayiliyor ve onu sadece daha güzel yapiyordu. 

O zaman neden daha çok, daha da çok sevmekten, bunun için emek vermekten korktugumuzu düsündüm. Tekrar sevmeyi denemeli miydim? Bir gün birisi benim için, sadece 'ben' oldugum icin ve onun doldugu sevgiyi tasiyacak bir kap oldugumu dusundugu icin bana emek verecek  miydi? 

Bir cevap bulamadim. 

Iki tane sari kafali velet sevincle boynuma atlayip bana sarildi. Yaban güllerinin kokusu huzurla yaz gecesinin altindaki bahçeye yayildi. 

Hic tereddüt etmeden telefonu elime alip o an söylemem gereken seyi yazip gönderdim ve yaban güllerimin kokusunu içime çekerek mutlu bir sohbete daldim. 

22 Haziran 2016 Çarşamba

Sahibime Şiirler-2

 

GELMEDİM
Güneş doğdu, güneş battı 
Ben gelmedim 
Bahar geçti, yaz geldi 
Ama ben gelmedim. 

Film izledim, mikiyle oynadım
Kaç gün oldu hiç saymadım
Arasıra patimle pıtpıtladım; 
Ama ben gelmedim

'Minik bi kediye bu ceza çok değil mi'
'Kedinizin canı can değil mi?'
'Bırakın geleyim' diye sahibime miyavladım
Ama ben gelmedim. 

20 Haziran 2016 Pazartesi

WILD KITTY

 
'Sen istesen de istemesen de bu oyunu oynayacağız'
Gözlerimi gözlerine dikerek kulağına fısıldadım.
'Şimdi ellerini yukarı kaldır ve yatağın demirlerini sıkıca tut. Kımıldarsan canını yakarım ve her zaman sözümde durduğumu biliyorsun'.
İsteksizce ellerini kaldırdı ve demirleri tuttu. Üzerine oturup dizlerimle bacaklarını sabitledim. Çaresizce yapacaklarımı bekliyordu. Boynunu dudaklarını yaladım. Dudaklarımın etrafında nefes alıp verişini hissetmek için bekledim. Biraz kımıldadığında suratını tek elimle sıkıp 'kı-mıl-da-ma-ya-cak-sın' dedim. Başıyla onayladı. 
'Kafese girmek mi istiyorsun? Bunu yapmamı mı istiyorsun? Seni kilitleyip burda bırakıp gitmem hoşuna gider mi?' . Henüz yeterince tehdit edici olmadığımın farkındaydım ama ikimiz de bir gün bunu yapacağımı biliyorduk. Yine de bu tehdidimin üzerinde çok durmadık. 

Boynunu sıkıp aşağı indim; çoktan sertleşmişti. Artık onun sevdiği ritmi, derinliği biliyordum. Sesini yükselttikçe boynunu biraz daha sıkıyordum. Doğrulup tekrar gözlerine kilitlendim ve ellerimi kullanmaya başladım. Vücudunu zaptetmem çok zor olmaya başlamıştı. 'Kımıldama dedim sana!' diye bağırdım. ' Yapmayın lütfen!' diye yalvarıyordu. Yüzündeki ifade beni delirtecekti. O yapmayın dedikçe daha çoğunu istiyordum, gittikçe hızlanıyordum. Zevkten ve acıdan ağlamasını istiyordum. Evet! Böyle  birşey olmalıydı. Sahibim bu güzel hissi denememe izin vermişti ve birkaç dakika sonra onu neden bağlamış olmam gerektiğini anladım. Bir hamlede üzerime atlayarak sabırsız kedisinin cezasını verdi... 

Mmm... Sahibimmm...

16 Haziran 2016 Perşembe

Sahibime Şiirler-1



SAHİBİM

Tatlıdır bir yumaktan 
Poşetten ve ıslak mamadan
Ben onu çok özlerim
Benim canım sahibim 

Koşa koşa giderim 
Patilerimle severim
Hem komiktir hem seksi 
Benim canım sahibim 

7 Haziran 2016 Salı

PARTİ

 

Dünyanın en acayip yeri olabilirdi. Derin bir nefes alıp içimden tekrarladım: 'Normal, deneyimle değişen bir kriterdir' diye. Bu benim ilk partimdi. İçerde güvendiğim birkaç kişi vardı ve onlara 'bu gece çok büyük ihtimalle sadece gözlemci olacağım' diye sıkı sıkı tembihlemiştim. Ben onay vermeden kimsenin bana dokunmayacağını söylediler. Yine de biraz teşhircilikten zarar gelmezdi. İçeri siyah jartiyerli bir takımla girmiştim. 
Dünyanın en acayip yeri olabilirdi. Yaklaşık 50 kadar davetli vardı. Sanırım tek gözlemci bendim. Etrafımda büyük ve tahrik edici bir çılgınlık dönüyordu. Acı ve zevkle karışık insan sesleri kamçı ve tokat seslerine karışıyordu. Hayretimi gizlemeye çalıştım; bir yandan ıslaklığım giderek artıyor, yanaklarım kızarıyordu. Bir şarap alıp duvara dayandım. Güvenli bir mesafeden olanları izlerken çok şık, esmer bir kadın bana doğru yaklaştı; benim yaşlarımda olmalıydı. Garip bir çekiciliği vardı. 'Adın ne?' dedi. Gözlerini gözlerimden ayırmıyordu. 'Eva' diye cevapladım. 'Dudaklarını yalayabilir miyim Eva?' diye sordu... Fikir bana bir an cazip gelse de kanıma yeterince şarap karışmamış olmalıydı. 'Henüz değil' dedim. 'O zaman en azından o küstah ağzını bununla kapatmama izin ver' dedi. Elindeki kırmızı topu tepkilerimi dikkatle izleyerek yavaşça ağzıma itti. Direnmedim. Kayışları arkadan bağlamasına izin verdim. Yanağımı hafifçe okşadı, 'Gürüşürüz Eva' dedi. 

Harika... Dunyanin en acaip yerinde olabilirdim ve artik şarap da içemiyordum. Üstelik etrafımı salyalarım  göğüslerime akarak izlemek zorundaydım. Çaresizce etrafa bakınırken onunla burun buruna geldim. Siyah bir takım elbise giymişti, çok güzel kokuyordu ve gözlerimin içine bakıyordu. Gözlerini çok yavaşça ağzıma ve göğüslerime indirdi, tekrar gözlerime çıktı...Kımıldayamıyordum. Sadece bakışlarıyla beni teslim almıştı. Bu gece gözlemci olmayacağımı hemen o an anlamıştım. Ne olursa olsun bu adamın önünde diz çökmeliydim. 

Bir peçeteyle göğüslerimi ve boynumu silerken 'Sen de mi partiden sıkıldın kedicik?' dedi. Gülümsedim.  Başımla evet işareti yaptım... 'Şimdi seni öpebilmek için ağzındaki topu çıkaracağım ama uslu durmazsan seni bağlamak zorunda kalırım' dedi. Yine başımla onayladım. Topun kemerlerini çözdü ve beni sertçe duvara yaslayıp öpmeye başladı. Birbirimizi ısırarak, inleyerek, uzun süre aç kalmış iki vahşi hayvan gibi öpüşüyorduk efendimle...

SAHİP KiMDiR? KÖLE NEDiR?

 

Çok yorulduğunda başını koyduğun tertemiz bir yastık, çok susadığın sıcak bir yaz günü içtiğin soğuk su, çok özleyip kavuştuğunda sarıldığın bedenin hissidir arzu. Arzuyu beyin yaratır. Bazı beyinler diğerlerinden farklı çalışır. Bazı farklı beyinlerde garip arzular tomurcuklanır. Bunlar herkesin konuştuğu, anladığı dil araçlarıyla ifade edilebilecek arzular değildir. Ebru teknesinde boyanın dağılışındaki güzelliği anlatmaya çalışmak gibi olur onları tarif etmek. Bu arzular bedenle ilgili gibi görünse de derinde kendi doğasıyla bütünleşebilmenin heyecanıdır. Farklı olmayan beyinler derinlerde bi yerde ne olduklarına dair bir şüpheye bile düşmeden yaşayıp gider ve ölürler. Bazıları ise kendilerini ve arzularını bir yansımada görebilecekleri bir aynayla bütünleşirler; Tüm varlığını sorgulamadan teslim alan, doğanı sen anlatmadan bilen, beyninin kıvrımlarını keşfetmekten keyif alan bir ayna.  İşte böyle bir bütünleşme için teslim olabildiğin beyindir 'sahip'. 
Sahip arzunun şiddetini test eder ve böylece senin kendini görmeni sağlar. Sahip arzunu besler ve senin gelişmeni sağlar. Acının, esaretin, kontrol edilmenin anlamı yokolmayı göze alabilecek kadar güvenmektir. Sahip sendeki benliğin bütün gereksiz parçalarını; bedenini, korkularını, kibirini, dikbaşlılığını teslim alır ve sende geriye sadece haz kalır. Senin işin elindeki ateşten topu dizginlemektir; kalan herşeyi sahip  düşünür. Bu; iki tarafı da çok zor bir oyundur. Sahip şımartmadan şefkat göstermeyi, kırmadan cezalandırmayı ve senin beynindeki asi, küstah, yaramaz hayvanı yönetmeyi biliyorsa sahip olabilir ancak. Ve köle de bunlardan aldığı hazla yerine getirebilir kölelik ödevini. Kölenin ödülü hiç olmaya bir adım daha yakınlaşmaktır -eğer bunun anlamını biliyorsa- sahibin ödülü de bir benliği avucunda parçalamadan tutabilmenin öğrettikleridir. Bu; iki beyinden aynı anda çıkan ve izleyicilerin sadece aynı iki kişi olduğu doğaçlama bir sanat performansıdır. Bu sanat; insan olma hazzıdır. Sahip ve köle insan olmayı hayvanlıklarını da içine alarak kucaklayabilmeyi amaçlar. Birbirlerini yargılamadan teslim edip teslim alarak kortekslerinin derin katmanlarındaki yabani gerçekleri yadsımadan bütünleşirler. Bazen karışır, bazen içiçe geçer; bazen dokunur, bazen okşar, bazen de parçalar. Ebru teknesinde birbirine karışan renkler gibi...

Edit: Köle yazıdaki 6 imla hatasından dolayı çok ağır bir ceza aldı...

2 Haziran 2016 Perşembe

30 Mayıs 2016 Pazartesi

AKILLI KEDİ

 

Küçükken kafamdaki Tanrı kavramı gökyüzünden bize bakan dev gibi, ak sakallı, şefkatli, tonton bir dedeydi. Bana kimse böyle birşey öğretmemişti ama 7 yaşındaki nöronlarım 'Bana anlatıldığı kadarıyla Tanri böyle bişey olmalı' demişti.

Gençken kafamdaki 'arkadaşlık' kavramı tüm zamanımı beraber geçirdiğim, sonsuza dek birarada olacağım, hayatımdaki herşeyi bilen insandı. 'Çünkü öyledir'den daha anlamlı bir açıklama getirecek hayat tecrübem yoktu. 

Yakın zaman öncesine kadar mutluluğun ulaşılması gereken stabil ruh hali olduğunu düşünüyordum. Kafamdaki soyut kavramları objektif olarak sorgulayabilecek ve değiştirmekten korkmayacak kadar büyümüş ve dinginleşmiştim. Mutluluğun anlardan ibaret olduğu bakış açısı bana mantıklı geldi. Ve bir gün bu fikrimin de gelişerek değişebileceğini kabullendim. 

Yeni zirve tırmanışlarında da güçlükler olacaktı elbet. Ama yetişkin bir dağcı aynı dandirik uçurumdan düşmemeyi öğrenmiş olmalıydı (Habire aynı metafor üzerinden örnek vermek gibi).

Alter egom da sahibime aitti ve onun yaramazlıklarını eğitebilmesi için her zaman gerçeği bilmeliydi. O'na herşeyi anlattım. Beni anladı; Zaten beni anladığı için sahibim olmuştu...Artık kafamdaki 'güven' kavramına da yeni bir anlam aramaya hazır olduğumu hisettim. 

29 Mayıs 2016 Pazar

ALTER EGOYLA GECE SOHBETi

 

E-Güvenmek mi istemiyorsun?'
G-Yoo... Çok istiyorum ama inanmıyorum dunya uzerinde guvenilir tek bir insan olduguna.
E-... basladin yine...
G-Hani ne biliyim; Ateistler hep der ya 'Aslında inanmak çok güzel. Huzurlu olur insan ölümden sonra bir adaletin olacağını düşünerek ya$arsa'
E- Ne alakası var ya?.. Çok fazla düşünüyorsun. Senin sorunun bu. Bazı şeyleri düşünmemeyi beceremiyorsun.
Matah bir $eymi$ gibi her şeyi düşünüyorsun.
G- Niye kötü olsun ki düşünmek?..
E- Elma iyi veya kötü değildir. Elma faydalıdır... Dusunme bazen faydalidir bazen de gereksizdir. Senin bazi dusuncelerin gereksiz.
G- Haklisin. Biliyorum.
E- Kendine soz vermistin. Ogrendiginde seni uzebilecek seylerden uzak duracaktin.
G- Biliyorum
E- Ustelik birseyi ogrendiginde edindigin basi kici belirsiz bilgi obegiyle senaryolar yaziyorsun.
G- Onu da biliyorum.
E- E o zaman niye yapiyorsun?
G- ...
E- Senin guvenme kavramini degistirmen gerek balim. Guvenme sana vaad edilenin yerine gelip gelmemesiyle ilgilidir. Ortada bir yalan yok.
G- Yalan olmaz her zaman zaten.
E- Sana soylenmeyen seyler bazen senin mutlulugun icindir. Bunu sen yazdin bikac gün önce.
G- Biliyorum.
E- HOoffff... Kendi kendini sabote ediyorsun diycem ama yine 'Biliyorum'' bik bik bik diye geveleyeceksin...Hadi yat uyu.
G- Sen git ben biraz daha takilayim.
E- N'apacaksin? Dusunecek misin yine?
G- Dusunmeden muzik dinlemeye calisacagim.
E- Power FM'i kapat o zaman bari. Hic o mod yok.
G- Jazz?
E- Jazz...

26 Mayıs 2016 Perşembe

DAĞCI


 
Robin Williams'ın 'The Final Cut' isimli bir filmi vardı. Alternatif bir gelecekte insanların hatıralarını kaydeden bir çip ölümlerinden sonra bir teknisyen tarafından incelenip montajlanarak önemli anların toplandığı kısa bir film haline getiriliyordu. Benim kısa filmimde efendimle geçirdiğimiz haftasonunun fon müziği Daft Punk 'Instant Crush' olurdu diye düşündüm sabah kahvemi yudumlarken; O'nun emrettiği gibi haftasonumu yazıya döküyordum. Boğazın sularında ilerlerken dizlerime ilk kez dokunuşunu, birbirimizi hep tanıyormuş gibi gülüşmemizi, hasretle öpüşmemizi, boynuna sokularak uykuya dalışımı bir kez daha izledim. Koşulları gözardı edecek imkanları yarattığında ne kadar mutlu olabiliyordu insan; çocuk gibi. 

Efendimle tanışmadan bir gece önce bir yazı okumuştum mutluluk üzerine. Mutluluğu dağcının tırmandığı bir zirveye benzetiyordu. Oraya ulaşmak için verilen çaba, başarı ve o zirvedeki manzaranın keyfidir diyordu mutluluk; orda sonsuza kadar kalmak değil. Efendim de bunu biliyor muydu emin değilim ama vardığımız bir dağ zirvesiydi buna eminim. Bütün gerçeklerimizden uzakta, sadece kendimiz olabilerek, vermeyi sevdiğimiz şeyleri korkusuzca paylaşarak... Evet bu mutluluktu. Manzaranın tadını çıkaran iki dağcıydık. Mutluluk sadece bizim algılarımızla ilgiliydi. Yürümeye devam edecektik; başka zirveler bulacaktık. Bir kitap okurken gülümseyip motorda dizlerimizin değişini hatırlayacaktık; radyoda instant crush çaldığında, nutella yediğimizde, saçma fıkralarımıza kimse bizim gibi gülmediğinde tekrar tekrar mutlu olacaktık çünkü bu artık bizim çiplerimizde kayıtlı bir mutluluktu- bizimdi.  Avuçlarımıza konmuş kuşun güzelliğini izleyip susacaktık; onu tutmaya çalışmak sadece onu öldürür, bunu biliyorduk.  

Efendime yarın tekrar koynunda uyuyacakmışım gibi el salladım motora koşarken. O da hep hayatında kalacakmışım gibi 'iyi geceler' dedi bana uyumadan önce. Birbirimizi seviyorduk ve hep sevecektik. Bunu bir kalıba sokmaya gerek duymuyorduk, bizi güzel yapan buydu.
Vedalaşmaya da gerek yoktu bu yüzden...